23 Kasım 2017 Perşembe

Oğullarımızla Kızlarımızla Olduğundan Daha Farklı Mı Konuşuyoruz?

Bir Babalar Günü kahvaltısında 5 yaşındaki oğlum ve sınıf arkadaşları babalarla ilgili bir şarkı söylemeye başladılar. “Büyük ve güçlü babam,” diye sözler uyduruyorlardı mırıldanarak. “Çekiciyle her şeyi tamir eder ve çok havalıdır,” diye devam ettiler.
Elbette bu özelliklerin kendisiyle ilgili hiçbir sıkıntı yok. Ama bunlar, erkek kimliğini tanımlayan bir şarkınının sözleri olarak karşımıza çıktığında, çocuklarımızın sadece baba olmanın ne demek olduğunu anlamalarını değil aynı zamanda bir erkek ve bir oğlan çocuğu olmanın ne anlama geldiğini anlamalarını da sınırlamaya başlıyor.
Çocuk kitaplarında görünen babalar ya eğlenmek için balık tutarlar ve oğullarını çeşitli maceralara çıkarırlar ya da fiziksel gücü veya “acı bir özgürlük savaşı” vermeyi modellerler. Çocuk kitaplarında babalar çok nadir olarak oğullarına duydukları sevgiyi cesurca gösterirler. Cinsiyetçi dilin, kadınları ve kız çocuklarını hakir görme şekillerini uzun yıllardır mercek altına alan kadın araştırmaları, bu tür cinsiyetçi kalıpların benzer şekilde oğlan çocuklarına da zarar verdiğini her geçen gün daha fazla gösteriyor.
2014 yılında yapılan pediyatrik bir araştırma, annelerin kız bebekleriyle, oğlan bebeklerine oranla daha fazla sözel etkileşimde bulunduğunu ortaya çıkardı. Farklı bir çalışmadaysa bir grup İngiliz araştırmacı, İspanyol annelerin 4 yaşındaki kızlarıyla konuşurken, 4 yaşındaki oğullarına oranla daha fazla duygusal kelime kullandığını ve duygusal konuları daha fazla açtığını buldu. İlginç bir şekilde aynı çalışma, babalarına geçmiş deneyimlerini anlatan kız çocuklarının, oğlan çocuklarına oranla duyguları hakkında daha fazla konuştuğunu gösterdi. Ve bu geçmiş anıların anlatıldığı diyaloglarda, babalar 4 yaşındaki kızlarıyla konuşurken, 4 yaşındaki oğullarıyla konuştuklarına oranla daha fazla duygu yüklü kelime kullanıyordu.
Emory Üniversitesi tarafından 2017 yılında yapılan bir araştırmada, babaların kızlarına, oğullarına oranla daha fazla şarkı söylediği ve gülümsediği, daha “analitik” ve onların üzüntülerini onayladıklarını çok daha fazla gösteren bir dil kullandıklarını ortaya çıkardı. Oğullarına karşı kullandıkları kelimelerse (“kazanmak” ve “gurur” gibi) başarıya daha fazla odaklanıyordu. Araştırmacılar babaların dilindeki bu farklılıkların, kızların okul başarılarının oğlanlardan daha üstün olduğuna ilişkin tekrarlayan bulgulara katkı sağladığına inanıyor.
Hastanelerin acil odalarında yapılan bir başka araştırmaya göre yaralanmalar nedeniyle acil servise başvurduklarında her iki cinsiyetten ebeveyn de oğullarıyla, kız çocuklarından daha farklı şekilde konuşuyorlardı. Örneğin kızlarına, aynı faaliyeti tekrar yaptıklarında daha dikkatli olmaları gerektiğini oğullarına oranla 4 kat daha fazla söylüyorlardı. Aynı çalışma, her iki cinsiyetten ebeveynin de, çocuk parkındaki bir direkten aşağıya nasıl inilmesi gerektiğini 2 ila 4 yaş arasındaki oğullarına öğretirken “direktifleri” ve aynı şeyi kızlarına öğretirken geniş “açıklamaları” kullandıklarını ortaya çıkardı.
Oğlan çocuklarının okuma-yazma becerileri de onların daha az konuşkan olmaları gerektiği beklentimizden etkilenmiş gibi duruyor. “Amerika’da Erkeklik” kitabının yazarı ve araştırmacı Michael Kimmel şöyle diyor: “Geleneksel güzel sanatlar derslerinin bile oğlan çocuklarını “kadınsılaştırdığı” düşünülüyor.” 20 yıllık bir İngilizce öğretmeni olarak derslerde yıllardır şahitlik ettiğim bir durumu hatırlattı bu bana: Sınıftaki erkek öğrenciler, edebiyat ya da yaratıcı yazarlıkla ilgili ödevlere çok ilgi duyan ve bunu açıkça belli eden erkek öğrencileri yakından takip ederler. Bilim kurgu dalında okuma ve yazmaysa oğlan çocukları için çok daha az tehdit oluşturur. Ama edebiyat ve özellikle şiir birer korku aracıdır. Peki ama neden? Çünkü bunlar, duyguları açığa çıkarmanın ve sözde kadınsı “zayıflığın” dilidir. Bunlar, onlar için yazılan “erkeklik” senaryosunun kaçınmayı ve baskılamayı en iyi öğrettiği şeylerdir çünkü.
Neden oğlan çocuklarının duygusal dağarcıklarını sığlaştırıyoruz ya da sınırlandırıyoruz?
Oğullarımızı (hem kelime anlamıyla hem de mecazi anlamda) savaşmaya, acımasız ve zor bir dünyada rekabet etmeye hazırladığımızı düşünüyoruz belki de. Onları bu distopik geleceğe ne kadar erken hazırlayabilirsek o kadar iyidir diye hissediyoruz belki de. Ancak Harvard psikologlarından Susan David bunun tam tersinin doğru olduğunu iddia ediyor: “Araştırmalar bize duygularını bastıran insanların duygusal sağlıklarının daha zayıf ve dayanıklılık ve esneklik düzeylerinin daha düşük olduğunu söylüyor.”
Bunu nasıl değiştirebiliriz? Oğlan çocuklarının (hepsinin) duygularını deneyimlemelerine izin vererek ve onlara çözümler önererek başlayabileceğimizi söylüyor Dr. David. Bu, onlara hayattaki en önemli şeylerden birini öğretmemiz gerektiği anlamına geliyor: “Duygular iyi ya da kötü değildir. Duygularınız sizden daha büyük de değildir. Duygular korkulacak şeyler değildir.”
Dr. David şöyle devam ediyor: “Onlara şöyle şeyler söyleyin: ‘Üzgün olduğunu görüyorum,” ya da ‘Ne hissediyorsun?’ ya da ‘Şu an içinde neler olup bitiyor?’ Bundan daha büyük bir planınızın olması ya da bundan daha büyük şeyler yapmanız gerekmiyor. Sadece onların yanında olun. Onları konuşturun. Söylediklerini dinlemek istediğinizi gösterin.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder